vide-supra1191
@Ahmet Yılmaz arkamızda bıraktığımız kütle kütleçekimi oluşturmaz demedim. Net kuvvet uygulamaz ve hesaplamaya gerek olmadığını söyledim.(homojen yoğunluktaki dünya için) Bu yüzden arkamızda bıraktığımız kütlenin geri çekimi yüzünden değil, kuvvetlerin birbirlerini sıfırlaması yüzünden yerçekimi ivmesi azalıyor demek daha doğru olacaktır.
@optimus fikirlerinizin bir dayanağını, kaynağını bulamadığım için nasıl cevap verebileceğimi de bilemiyorum.
ahmet-yilmaz2230
Vide supra, sanırım şekil çizemediğimiz için durum netleşmiyor. Net kuvvet uygulamaz demek için geçilen kütleyi içi boş küre gibi kabul etmeliyiz. O zaman kabuğun etkisinin olmadığını söyleyip hesap yapabiliriz. O hesaba göre Kola Yarımadası'nda delik açarken Güney Kutbu'ndaki kabuğu da geçilen kütle kabul edilmesi gerekiyor. Ben Güney Kutbu'ndaki kabuğu geçilen kütlenin içine katmıyorum, bu yüzden geçilen kütle daha kazılmayan kütleye göre ters yönde kütle çekimi uygular diyorum.
optimus1009
Demek istediğim yer kürenin milyarlarca ton demir ve nikel içeren sıvı metalik dış çekirdeğinin dönme sonucu oluşan hareketi ve termal etkilerle oluşan elektrik akımı dünyanın manyetik alanın kaynağı olabilir ve yerin merkezine yaklastıkça bu manyetik etki bizi merkeze doğru çeker gibi bişey.Hızla dönen bir cisme veya baska bişeye yaklasırsan o cisim tarafından çekilirsin.Gezegenler dönmese yer çekimi diye bişey olmayacaktı muhtemelen. Bu bir hipotez tabi :D
Tabi tek etken deil. Kütle çekimi ise bilimin açıklayamadığı bir olayın arkasına saklandığı bir tabir.
Mesela ; Jüpiterin yer çekimi büyüklüğünden deil işte bu hızlı dönüşünden mütevellit dünyadan fazla bence.
Yer küre derken mağmayı diyorum. Daha bide yerkabuğu dönüyor onu saymadım bile. Gezegenlerin yerçekimi farkları bu dönüşlerin farkından bence.tek etken deil tabi baska kuvvetlerde var.her gezegen baska sonuçta.
ahmet-yilmaz2230
Optimus, sözcüklere takılma. Sana göre "bilimin açıklayamadığı bir olay", Newton'a göre "yer çekimi", Einstein'a göre "uzay-zamanın bükülmesi"
ahmet-yilmaz2230
Gezegenlerin dönüşü ile yer çekimi arasında senin dediğin gibi bir ilişki olsaydı en yavaş dönen Venüs'ün kütle çekimi diğerlerine göre çok az olması gerekirdi ama öyle değil. Beyin fırtınası yapıyoruz ancak aklına gelen şeyleri bir kere bile düşünmeden buraya yazıp durmamalısın...
optimus1009
Ahmet ; iyde, venüste zaten dünyaya oranla yer çekimi az:
Venüs'te 8.87 N
Dünya'da 9.81 N
Gezegenlerin Güneş'e olan durumları da çekim etkisini etkiler bence. Bu manyetik çekim dalgaları iç içe geçmiş, örülü durumda gibi geliyor bana.
Takıldığın husus şuki dönüş hareketi çekim kuvveti üstünde tek etken deil.
ahmet-yilmaz2230
Optimus, Dünya ile neden karşılaştırıyorsun ki Dünya'nın kütlesi Venüs'ten zaten fazla. Örneğin Mars ile karşılaştırsana Venüs'ten hızlı dönüyor ancak Mars'ın kütle çekimi Venüs'ten az... (Çünkü Mars'ın kütlesi daha az.)
optimus1009
Venüsle karsılastıramazsın çünkü ikisinin manyetik alanı farklı. Venüs oluşurken manyetik etkileşime muhtemelen ters yönde baslayarak olusmus çünkü ters yöne doğru dönüyor.
Bu aynı zamanda Venüs'ün neden ters yöne doğru döndüğünüde açıklamaktadır.Yani toz bulutundaki maddeler etkileşime girerken manyetik alan ters işlemiş büyük ihtimal.baska neden ters yönde dönebilir böyle değilse.
Tabi orda çekim kuvvetinin fazla olması Güneş'ten gelen manyetik dalgaların birbirini itmesi neticesinde olabilir. Basit düşün zıt kutuplu iki mıknatısın manyetik dalgaları arasında kalırsan ne olur?işte Güneş venüs yüzeyine bir manyetik kuvvet uyguluyor. Bunun için yer çekiyor sanıyoruz orda.Venüste durum hepten farklı yani.
Aslında bu durum gezegenlerin ve uyduların dahi neden her yıl bir miktar saparak birbirlerinden uzaklastığınıda açıklıyor. Arada manyetik bir itme var.Bu alan tüm evrene iç içe yayılmıs durumda.
optimus1009
Aynı kutuplu pardon yanlıs yazmısım
vide-supra1191
Ahmet Yılmaz ben de hesaba katmanız gerektiğini, aksi taktirde yanlış bir yorumda bulunacağınızı söylüyorum. Geçtiğiniz kütle sizi geri çekmiyor. Çünkü kabuğun dünyanın diğer tarafında kalan kısmına da yaklaştığınız için kütleçekimleri birbirlerini nötrlüyor diyorum. Bir sonuca ulaşacaksak ve en mantıklı açıklama ile soruyu çözmeye çalışacak olsaydık eğer sizin önerdiğiniz yöntem geometrik olarak garip bir şekil ve içinden çıkılamayacak kadar çok vektör hesabı gerektirirdi. Dış kabuğu yok saymanın basit, doğru ve işlevsel olması bu fikiri kabul etmeniz için yeterli özellikler değil mi?
burtay-mutlu-shibumi-tr6061
Bilgi ve bakış açısı olarak öğrencisi olarak hissettiğim Vide Supra harici "bilenler",
Dünya ya düşen kütlenin veya dokusundaki mevcut kütlenin yoğunluğuna göre, dünyanın merkezine doğru çökme eğilimini nasıl açıklıyorsunuz bakışınız altında?
Newtona göre, aradaki mesafe azaldıkça kütle çekimi de artması lazım. Ama durum tam tersi? Açıklaması?
Eintein'a göre uzay/zaman dokusunda bükülme ise gene bükülmenin en fazla olduğu yer merkez olmalı ki, kütle oraya yönelmeli... Nasıl bir bükülme olabilir bu?
vide-supra1191
Burtay bey bence bilgiyi istikrarlı şekilde bir noktaya odaklamak, bilgiye sahip olmaktan çok daha değerli bir meziyet ki siz bu konuda benim için ilham kaynağısınız. Merak ettiğim şey sadece uzayzaman dokusunun var olduğunu düşünmemiz bile ether dediğimiz dokunun bir şekilde de olsa var olduğu anlamına gelmiyor mu? Sonuçta uzay boşluğunun mutlak vakum değil, belirli enerji seviyesine sahip hatta parçacıkların yoktan var olup tekrar yok olduğu bir ortam olduğu fikri artık oturmuş değil mi? Bu da kurduğunuz bu benzeşimin en azından maktık olarak doğru anlamına geliyor gibi.
optimus1009
Şimdi lavlar yerin altından saatte 700km hızla yukarı doğru çıkmıyor mu?eğer yerçekimi diye bişey olsaydı veya kütle herneyse işte bu lavların ivmesi giderek azalmalıydı değil mi?ama aksine giderek hızlanıyorlar. Bir yerçekimi mevcutsa bu nasıl oluyor.demekki yerçekimi diye bişey yok.mantıken böyle olmalı sanki.
burtay-mutlu-shibumi-tr6061
Sayın Vide Supra ve arkadaşlar, 100 yıl evvel bir deney yapıldı. Amacı ether'in varlığını kanıtlamaktı ama tam tersi sonuç verdi. Ve eter yok kabul edildi. Göz ardı edildi. Diğer yandan benzer amaçla başka deneyler gerçekleşmedi. Oysa Maxvell denklemleri ve Einstein'ın buna dayanarak geliştirdiği teoremin temelinde eter'in varlığı vardı.
O günden bu yana bilgi birikimimiz çok arttı. Bir çok farklı teori ve bunları destekleyen deneyler yapıldı. İspatlarla teoriler desteklendi. Bugün kü bilgi birikimimize göre, şu soruyu sorabiliyorum. Eğer tüm evren saf su yoğunluğunda bir akışkan ile dolu olsa idi, sonuç farklı mı olurdu? Ki olmazdı.
Aslında ışığın hızını belirleyen şey, onun dalga özelliğinden kaynaklanıyor. Dalga da ise enerjinin hareketi söz konusu, Bu aktarma hareketini belirleyen şey ise, ortamı oluşturan parçacıkların titreşim hızı.
Mesela ses dalgalarını ileten su moleküllerinin titreşim hızı, enerjinin (ses) su içindeki dağılma hızını da belirliyor. (Dalga, dalgadır sonuçta...) Bir moleküle yüklenen enerji, o molekülün titreşim genliğinde salanıp, bir sonraki moleküle titreşim ile girişim yaparak aktarılıyıor. Böylece molekül pozisyonunu korur iken, enerji bir sonrakine aktarılmış oluyor. O da bir sonrakine... Bütün bu aktarım hızını toplamda belirleyen şey ise, her bir molekülün titreşim hızlarının toplamı oluyor.
Eter varlığını red etsek bile, evrende var olan her şey enerjiden hasıl olmuş durumda. Enerji temelli olmayan hiç bir şey yok. Eğer bir eter var olsaydı, o da muhakkak enerji temelli olmak zorundaydı.
Bu çerçevede evrenin arka plan ışıması dediğimiz bir enerji yoğunluğu olduğunu, bunun mutlak ısının bir kaç kelvin üstünde olduğunu biliyoruz. Yani bırakın kütleli maddeyi, dalga formunda (2 boyutlu bu yüzden kütlesiz) yoğun bir alan var. Kütle çekim dalgalarından, elektromanyetik dalgalara, bir çok dalga formu Uzay-Zaman dokusunu ağ gibi doldurmuş durumda.
Yani evren dokusu enerji ile sürekli kaynaşma halinde. Bu yüzden, yüz yıl evvel anlaşıldığı ve arandığı halde olmasa bile, bir tür dokunun varlığına ve bunun da enerjiden oluştuğuna eminim.
Ve her tür elekromanyetik ve kükle kaynaklı dalga da bu ortam ile aktarılıyor.
Fark olarak bu dalganın Planck Ölçeklerinde titreştirildiğini (Zaman tarafından) iddia ediyorum. Çünkü o zaman, bizim bu ölçekteki titreşimi saptama imkanımız olmayacak. (En azından şu anki teknolojimizle). Bu da bize onu yok gösterecek. Bu kadar yoğun bir titreşimin aktaracağı dalgaların hızı da, diğer etkilerden (dünyanın dönüşü gibi) etkilenmeyecek, bence...
burtay-mutlu-shibumi-tr6061
Sayın Optimus, eğer bilimsel gerçeklerle mantığınız arasında çelişki var ise, bence "bilimsel gerçekleri sorgulamanız" hatalı olur.
Lavlar yeryüzüne ısı kaynaklı basınç nedeniyle çıkıyor. Bu tamamen akışkan termodinamik ile alakalı bir durum. Bu arada eser oranda ağır kütleli elementlerde bu basınca kapılıyor. Bu basınç kuvveti kütleçekiminden üstün olduğu için gerçekleşiyor.
Diğer yandan minik bir mıknatısın çekim gücüde kütle çekimini yeniyor ama bu genel kuralı bozmuyor.
optimus1009
Burtay biliyorum basınçtan da şimdi 600km lik bir yoldan geliyor bu lavlar.en azından son 200km de lav akıntısının hızının yerçekimi etkisi ile düşmesi gerekmez mi?
Sonuçta yüzeye yaklastıkça basınç azalıyordur heralde. Kat edilen yol çok uzun çünkü.bilmiyorum saçmalıyorda olabilirim ama bende öğrenmek için yazıyorum. Bu arada söylediklerin mantıklı. Yorumlarını okurken insanın ufku açılıyor.Bazen anlamak için 2, 3 kere okumak zorunda kalıyorum : D
Vide ve senden çok sey öğrendim bilgilerinizi paylastığınız için tesekkürler. Eski yorumlarızı arada okuyorumda. Bayağı bişeler öğrendim. : D
diğer arkadaslardanda aynı sekilde.
burtay-mutlu-shibumi-tr6061
Sayın Optimus, bilimsel gerçeklerle mantık arasındaki çelişkinin çözümüne yönelik kendimden bir örnek vereyim:
Işığın hızı ne olursa olsun, tüm gözlemciler için aynı , C; yuvarlak 300.000 km/sn olması beni çok uğraştıran bir konu oldu.
Aynı ışığı, duran gözlemci de, hızları ve farkları ne olursa olsun gözlemcilerde aynı hızda, C hızında görüyorlardı.
Oysa, hız kaynaklı zaman genişlemesinden dolayı göreceli olarak birbirlerinden farklı tanımlamaları gerektiğini söylüyordu mantığım. (Durağan için "C" ise, hareketli için "C*Lorentz" şeklinde)...
Einstein ise, bunun böyle olduğunu açıklamış ama altında yatan mekanizma ile uğraşmamıştı.
Einstein'ın yaklaşımına dayalı olarak yapılan hesaplamalar ve aletler (uydular gibi) tam ve kusursuz çalıştığına göre, söylediği sonuç bilimsel bilgi olarak kabul edilebilinecek kadar geçerliydi. Yani onu sorgulayamazdım.
Bu yüzden kendi mantığımı sorguladım. Yaklaşık 3 yıl aldı. Elimdeki bilgilere göre, durumu açıklayabilecek en iyi fiziksel durum dalgaların farklı ortamda verdikleri tepki ve durumları idi.(Kırılma)
Eğer Zaman bir dalga olarak ele alınırsa, Zaman'ın bir dalgasının özellileri de temel ölçü birimi (Planck ölçütlerinde) olursa (ki bu güncel fizikçe de kabul ediliyor, en küçük Zaman birimi 1 Planck Zamanı ve en küçük mesafe de ışığın bu süre içinde aldığı yol olarak 1 Planck Mesafesi),
Zaman dalgaları hızının farklı ortamdaki değişimi de (bildiğimiz dalgalar "kütle yoğunluğu"ndan etkilenirken, Zaman için "enerji yoğunluğu"- frekansından - dolayı öne çıkıyordu) Işığın gözlemcilere göre durumunun aynı olmasını sağlıyordu.
Her gözlemci, hızı ne olursa olsun ışığın; bir Planck Mesafesini, bir Planck Zamanında kat ettiğini görecekti. Sorunu bu şekilde oturttuktan sonra, bu sefer karşıma hız ile boyut daralması çıktı. Bunu da "ışık saati" vasıtasıyla, artan titreşim genliğiyle dalganın aktarılması için alınan yolun uzaması şeklinde sonuçlandırdım.
Sonuçlarım doğru mu? Gerçekte bunun kararını verecek düzeyde bilgili değilim. Hatalı olma ihtimalime rağmen, sonucum bilimsel verilerle çelişmediği için, bana göre Evet, doğru bir sonuç.
Kitaba da bu şekilde özetledim zaten.
(Artık hatalı olduğum kısımları düzeltme şansım da kalmadığı için, aslında ciddi bir risk yüklendim. Ama bunu yüklenecek kadar yaklaşımıma güveniyorum.)
Bu yüzden mantık ile veriler çatışınca, mantıktaki eksiklere bakmak daha uygun geliyor bana...
burtay-mutlu-shibumi-tr6061
Son 200 km de hızın düşmesi, artan kütle çekiminden dolayı makul bir yaklaşım. Ama yer kabuğu ortalama 100 km. Ve magma direk çıkmıyor, aradaki çatlak ve boşluklardan, yani ince -dar yollardan geçiyor. akışkan mekaniğinden biliyoruz ve kullanıyoruz ki (pistonlar, şırınga, vs.) , basınç altındaki akışkanın içinde hareket ettiği yol-alan daraldıkça basınç düşüyor ama buna mukabil hızı artıyor.
Yani magmanın da hızı yukarı çıkarken artıyor olmalı. Kütle çekimi bunu çok fazla değiştirmiyor olmalı.
Şöyle düşünebilirsin, kılcal sistemle bir kaptan diğerine su aktarma ya da bitkilerin kökleri ile su toplaması...Hepsi aynı ilkeye tabii... Topraktaki nem, bu şekilde en üst dallardaki yapraklara kadar ulaşıyor.
optimus1009
Bosver burtay hatalar olabilir. Öyle öyle daha iyi bir eser bırakabilirsin geride.düzeltirsin diğer seride.nasipse yazmak olur.
Bu arada açıklama için tesekkürler.