necmi-tufek7866
Foton nedir? Neden ve nasıl oluşur?
necmi-tufek7866
Foton (ışık) oluşması, cismin veya parçacığın öz kütlesinde bir azalma, eksilme meydana getirir mi?
Kemal Bey,
Bu konuyu sadece sizin ve ayakları yere sağlam bassın isteyen buradaki pek az arkadaş için ele almak istiyorum. Her okuduğuna hemen inanmayan, kendi mantık süzgecinin kabul etmediği şeyleri araştırıp emin olmak isteyen insan tipisiniz. Bu iyi bir şey. Benim yazdıklarımın çoğunu anlamadığınızı söylemiştiniz. Bu çok normal. Çünkü yeterli bilgi olmadan insan mantığı kabullenme eğiliminde olmaz. Bilgi arttıkça her şey yerine oturur.
Tatile çıkacağımı söylemiştim. Benim tatil anlayışım; deniz kıyısına gidip güneşlenmek değil. Mutlu, huzurlu, stres ve sıkıntıdan uzak geçirilen zamanlar demektir. Yani aslında bu sitede bir daha yazmayacağım anlamına geliyor. Çünkü insanlar bilgi edinmek, paylaşmak istiyorlarsa bunu bilimsel verilerle yaparlar. İnatlaşarak, bilimi eğip bükmeye çalışarak kimse hiç bir yere varamaz.
Konuya gelirsek;
Foton hareketten oluşur. Yani, kütle kazanıp varlık bulan her parçacık bunu momentum (hareket) sayesinde gerçekleştirir. Momentum olmazsa parçacık veya madde olmaz. Yani hareket madde için bir zorunluluktur.
Hareket ise en düşük düzeyde bile olsa foton yayar. Hareketin göstergesidir. Mutlak sıfırın üzerindeki ısı derecelerindeki her cisim foton yayar. Bu foton yaymak tercihli bir şey değil, mecburi bir durumdur. Bunu şöyle örnekleyebiliriz; Bir yerde sıcak bir alan vardır. Başka bir yerde daha soğuk bir alan vardır. Isı her zaman sıcak olandan soğuk olana doğru hareket eder. Biz buna rüzgar diyoruz. Rüzgar, ısının bir yerden başka bir yere akmasıyla oluşur ve bunun için hiç bir yerden hiç bir kütle harcanması gerekmez. Sadece hareket yüzünden meydana gelir. Foton da aynı buna benzer şekilde, sadece hareket yüzünden meydana gelir ve hareket eden parçacık veya cismin öz kütlesinde bir eksilme, azalma meydana getirmez.
Düşük sıcaklıktaki cisimlerin fotonları uzun dalga boyundadır. Bizim görebileceğimiz dalga boyundaki ışık belirli bir sıcaklığın üzerindeki maddenin hareketi sonucu meydana gelir. Yani sıcaklık arttığında fotonların enerjisi de artar. Hızları ışık hızında olduğu ve değişmeyeceği için onu daha da hızlandırmak isteyen enerji, hız yerine daha çok potansiyel kütle yüklemiş olur. Bu yüzden çok enerjik fotonlar bize çarptıkları zaman belirgin bir sıcaklık hissettirirler.
Güneşimiz bize enerjik fotonlar gönderir. Bu enerji onun üzerindeki parçacıkların kütleçekim yüzünden sıkışıp ısınması sonucu meydana gelir. Yani sıcaklığı sağlayan kütleçekimdir, bu sıcaklığı bize aktaran fotonlardır. Fotonların enerjileri hiç bir şekilde güneşin kütlesinde bir azalma sonucu ortaya çıkmış değildir. Zaten, kütle yok olması sadece madde-antimadde çarpışmasında olur. Güneşin üzerindeki nükleer reaksiyonlar madde-antimadde meydana getirecek kadar enerjik değildir. Sadece füzyondur. Füzyon sonucunda güneşin toplam kütlesinde bir kayıp olmaz. Sadece atomların, daha çok parçacıklı atomlara evrilmeleri, dönüşmeleri yüzünden, atomu oluşturan parçacıkların yörüngelerinin daralması sonucu daha az enerjiye ihtiyaç duymalarıdır. Bu kütle kaybı değil, yörünge kaybıdır. Güneşin kütleçekimi bu yörünge kaybını devamlı hale getirir ve atomlar demir atomu oluşuncaya kadar füzyona maruz kalırlar.
Bu füzyon durumu aslında (yokuş aşağı) bir durumdur. Yani madde de zaten kütle ve enerji denkliğini en iyi sağlayacağı demir atomuna dönüşmek ister. Bu yüzden demire dönüşünceye kadar füzyon hep fazla enerji meydana getirir. Ama demirden sonraki element oluşumu (yokuş yukarıdır) Yani artık füzyon olayı demirden sonra enerji meydana getirmez aksine enerji çekip, daha fazla nötron üretme yoluna gider. Çünkü demirden sonraki elementlerde protonların dengesini sağlamak için daha fazla nötron gerekir. Bu yüzden demirden sonraki füzyon enerji vermez aksine enerji alır.
Tüm bu süreçlerde güneşin toplam kütlesinde hiç bir değişim olmaz. Yani, kütleçekimi değişken değildir ve gezegen yörüngeleri hiç bir zaman güneş yüzünden değişmeyecektir. Ama en küçük bir kelebek etkisi milyonlarca yıl sonra çok büyük değişiklikler meydana getirebilir. Yani, gezegenlerin yörüngelerinde değişiklik oluyorsa veya olacaksa bunun nedeni güneşin kütleçekimi değildir. Güneşin kütleçekimi var olduğundan bu yana hiç değişmemiştir ve daha sonra da değişmeyecektir.
Bazı kurumlar bizim ülkemizde kendileri bilim üreticisi olmadıkları için dışarıdan hazır gelmiş bilgileri inceleyip tekrar düzenleyecek durumda değildirler bence. Bu yüzden de pek çok yanlış şeye imza atabilirler. Kimse, kimseyi eleştirip (neden buna imza attın?) demez. Bizde, birbirini denetleyen kurumlar pek oluşmamıştır. Yani aslında yanlış yayınlanmış pek çok bilgi ortalıkta dolaşmaktadır. Ben bu yüzden internette yazılı olan bilgilere pek itibar etmem. Çok gerekirse (o da mantık süzgecinden geçirmek şartıyla ve kendi bilgimle tartarak) kullanırım.
Evet…Yukarıda söylediğim gibi, sıkıntı ve stres iyi şeyler değil. Hele benim gibi yaşı oldukça ilerlemiş insanlar biraz daha duygusal olurlar ve daha çok etkilenirler. Bir insanın ismini bile görmek sizin sinirinizi anında zıplatıyorsa ne kendinize ne de başkalarına pek bir faydanız olmaz. (Bu yüzden bazı konular amacından uzaklaşıp gereksiz tartışmalarla kaynayıp gittiler.) Ben sadece bildiklerinin bir işe yaramasını isteyen ve bu yüzden bu sitede yazan sıradan bir insanım. Bu işi ücret karşılığı yapmıyorum ve üstüne üstlük bir de kendi sağlığımın bozulmasını ya da sıkıntılı stresli zamanlar geçirmeyi istemiyorum.
Yukarıdaki konu eğer hala anlaşılmadıysa biraz daha ayrıntıya inebiliriz ama ben bundan sonra sinir stres olmadan hayatımı sürdürmek istiyorum. Sanırım bunun için beni suçlamazsınız.
Sevgiler ve saygılarımla…
venividi7017
Güneş elbette füzyonla birlikte kütle kaybı yaşar, aksi takdirde güneş panellerinde yada canlı vücutlarda hiç yoktan işe dönüştürülmesi nasıl açıklanır ? Güneş kütle çekimi yüzünden yörüngelerin değişmemesi rakamların küçüklüğünden kaynaklı yada benzeri yanılsama. Bu kadar duygusallaşmadan önce bildiklerinizi gözden geçirmelisiniz
hakan-k9304
Peki Necmi Bey,
Bize Gelen Foton/Enerji yi Nasıl Açıklıyorsunuz?
Gelen Enerji Güneşten Bize Gelen Değilse,Nerden Geliyor?
Açıklarsanız Sevinirim.
kemal-bay-hickimse7261
Öncelikle haklısınız sinir,stres ve baskı tarzı duygular insanın zihinsel ve psikolojik durumlarına dolaylı etki edebiliyor. Aslına bakarsanız yazdıklarınızın doğru olmadığını düşünenler bunu doğru bir üslup ile dile getirebilirler. Ama verimsiz tartışmalara hiç gerek yok, bunun ne savunana ne de eleştirine faydası var.Şunu da bilmek gerekiyor; " Tartışmalar, kimin haklı olduğunu gösterir. Argümanlar ise neyin doğru olduğunu. Sanırsam bu platformda ki çoğu insanın sorunu bu ikisi arasında ki farkın ne demek olduğunu bilmeyişi. Tartışmak demek kazanmak ya da kaybetmek demek değildir. Tartışmak demek; belirli bir konu hakkında kimin doğru olduğu ya da neyin doğru olduğunu anlamak, analiz etmek demektir. Bu süreç doğru işlediğinde en büyük kazancımız; kimin doğru ya da neyin doğru olduğunu anlamaktan çok, ufuk açacak yeni soruların doğacak olmasıdır.
Benim kafamda kurgulayamadığım tek nokta 6.parağrafın belirli noktaları. Mesela atomlardaki orbital seviyelerinin farklı enerji seviyelerini tespit ettiğini biliyorum. Fotonun atoma çarpması sonucu, atomun elektronun düşük enerjili orbital seviyesinden büyük enerjili orbital seviyesine geçiş yaptığını ve daha sonra eski haline döndüğünü biliyorum. Hatta bu durum fiziksel dünyaya " ışınım, ısı " olarak veriliyor diye biliyorum internetteki kaynaklara göre. Acaba bahsettiğim parağrafı kafamda kurgulayacağım basitlikte ve mümkünse metafor içeren bir üslup ile ele alabilir misiniz ? Müsait olduğunuzda tabi istediğiniz zaman cevap verebilirsiniz. İyi tatiller.
vide-supra1191
Necmi Bey iyi tatiller. Yazılarınızın ve yaklaşımlarınızın bu site içerisinde önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden yazılarınızı normalden daha çok irdeleyerek elimden geldiğince anlamaya çalışıyorum. Kullandığınız keskin tabirler ve esnek olmayan cümlelerin bilimsel değerini ölçebilmek için ise yazılarınızı bir meydan okuma olarak ele aldığımı da itiraf etmek isterim. Fizikist, akademik bir platform olmadığından dolayı bireylerin neyi ne kadar bildiklerini anlamanın daha farklı bir yolunu öğrenirsem yöntemimi değiştirebilirim tabi.
Ayaklarının yere sağlam basmasını istediğiniz kişilerin arasında olup olmadığımı bilmiyorum fakat sizden özellikle bu füzyon ve kaybolmayan kütle yorumunu/bilgisini ısrarla hangi kaynaktan öğrendiğinizi belirtmenizi rica edeceğim. Konu ilk açıldığından bu yana internet dahil olmak üzere üniversite veri tabanlarından araştırmama rağmen aksini iddia eden bir kaynak bulamadım.
İç basıncın ve üretilen ısının ancak füzyon ile gerçekleşebileceğinin kanıtı olarak simülasyonlar bulunmakta. Fakat asıl kanıt ise güneşten gelen nötrinoların ölçülebilmesidir.
http://curious.astro.cornell.edu/about-us/54-our-solar-system/the-sun/interior/205-how-do-we-know-that-nuclear-fusion-is-still-going-on-in-the-sun-intermediate
https://www.cwi.nl/news/2015/simulations-nuclear-fusion
necmi-tufek7866
Bay Hiçkimse,
Elementler (hidrojenden-uranyuma) sıraya dizildiklerinde V şeklinde bir grafik oluştururlar. Grafiğin vadisinin en alt (taban) noktası "demir" elementini temsil eder. Bu şekilde bakınca, hidrojenden demire varıncaya kadar bir yokuş aşağı durumu ortaya çıkar. Yokuş aşağı demek, dönüşürken istekli olmak demektir. Yani, aslında fazla enerjiniz vardır ve bunu harcamak istersiniz. Fırsatını bulduğunuzda (yeterli ısıda) bu fazla enerjiyi harcarsınız.
Demirden sonraki elementler de yine yokuş aşağı olarak demire dönüşmek isterler. Onların da fazla enerjileri vardır ve bunu harcamak için isteklidirler. Bu yüzden, demirden sonrakiler bu kez "fisyon" yani çekirdek parçalanması sayesinde demire doğru inerler. Fisyon kendiliğinden meydana gelen bir reaksiyondur. Radyoaktif elementlerin belirlenmiş yarı ömürleri vardır. Kendiliklerinden ve hiç bir şarta bağlı olmadan (zamanı bilinemeyen) şekilde fisyona uğrarlar. Bu da yine enerji üretir ve yokuş aşağıdır.
Isı "harekettir" Tek açıklaması budur. Bu yüzden tüm maddi parçacıklar hareket ettiklerinde foton üretirler ve bu fotonların enerji seviyeleri hareketleriyle orantılıdır. Yine söylediğim gibi, foton üretimi isteğe bağlı değildir. Hareketten doğan mecburi bir oluşumdur ve bu yüzden atomun her hangi bir ek enerji kaybetmesi söz konusu değildir.
necmi-tufek7866
Vide supra,
Bizim üniversitelerimizde kuantum fiziğinin öğretildiğini veya bu konuda yetişmiş öğretim üyeleri olup olmadığını bilmiyorum. Benim edindiğim bilgiler kitaplardandır. Bu yüzden pek çok şeyi internette bulamıyor olmanız doğaldır.
Ülkemizde parçacık hızlandırıcı kuramadığımız müddetçe kuantum fiziğini anlayan ve anlatabilecek eleman bulmak zordur. Benim amacım aslında üniversitede verilemeyen bazı bilgileri buradan aktarabilmekti. Yani aslında burası akademik bir platform görevi de yapabilir, buna engel yoktur sanırım. Burada işlediğimiz bazı konular doktora tezi kıvamında bile olabilir aslında.
Size ayrıca tekrar etmiş olayım; Kütle yok olması sadece madde-antimadde çarpışmalarında meydana gelir. Bunun dışındaki hiç bir reaksiyonda kütle kaybolmaz. Korunan nicelikler arasındadır.
necmi-tufek7866
Hakan K,
Yazdıklarımdan nasıl bir anlam çıkardınız bilmiyorum ama ben zaten enerjinin güneşten bize geldiğini anlatmaya çalışıyorum.
Sizin anlamadığınız ise sanırım "bu enerjinin tamamen bedava" olması.
Yani bunun için güneşin maddesi bir kayıp yaşamıyor. Güneşin kütleçekim gücü bize ısı ve ışık olarak fotonlar taraından aktarılıyor.
burtay-mutlu-shibumi-tr1695
Sayın Necmi Tüfek veya Sevgili Necmi Bey,
Öncelikle, kararlı bir şekilde ifadenizi sürdürmenizden dolayı ve ileri sürdüğünüz dayanak ve argümanlar için teşekkür ederiz.
Fizik dünyasında genel bilinenin aksine bir ifade bulunmanız ve bunun üzerinden devam etmeniz, bize araştırma-sorgulama ve yeni alternatifler arama imkanı verdi.
Sayenizde bir çok kişi, yıldızlardaki termonükleer süreç hakkında, eskisinden daha donanımlı oluyor.
Bu nedenle, bize bir şeyler öğretmek için bilinçli bir seçim yapıp hareket ettiğinizi düşünüyorum.
Çoğumuza, çoğunluğun aksine bir düşünceninde , sadece doğrulanırken değil, yanlışlarken de öğretebileceğini gösteriyorsunuz.
(Diğer yandan yaklaşımınız, dolaylı yoldan, yaklaşımımı destekliyor. Son zamanlarda kendi varsayımım açısından olayları ele almamdan duyulan rahatsızlık nedeniyle, güncel fizik üzerinden tartışmalara katılmaya çalışıyor olsa da... Güncel fiziğin kimi konularda tıkandığı veya kararsız kaldığını düşünüyorum.)
Yaklaşım olarak bence; Kütle; salt katı, sayılabilen, elle tutulan, parçacıktan oluşan bir oluşum değildir. Kütle, bir alandır. Enerji tarafından işgal edilmiş bir uzay alanıdır. Uzay alanı olduğu için, "zaman" ile ister istemez etkileşime girmekte ve bildiğimiz kütleli yapıya dönüşmektedir.
Bir atomun kütlesini ölçtüğümüz zaman, torbaya doldurulmuş demir bilyelerin sayısı gibi, içindeki tüm parçacıkların toplam kütlesini ölçmüyoruz. Bu parçacıklar arasında bağ oluşturup, onları bir arada tutan alanın etkileşimini ele alıyoruz.
Çok eski bir yazımda, "nokta>doğru>alan>hacim>kütle" şeklinde özetleyeceğim bir sıralama yapmıştım. Bunları enerji paketçiğinin-paketçiklerinin, "boyutsuz tekil durumdan, bir boyut üzerinde titreşmesi>iki boyut üzerinde titreşmesi> üç boyut üzerinde titreşmesi ve sonunda dört boyut üzerinde titreşmesi" olarak ifade etmiştim.
Bunu vermemdeki amaç, kütle tanımını 3 boyutlu bir örnek üzerinde tanımlamak için altlık olması.
Elimizde bir torba dolusu demir bilye var. Bunları havaya attığımızda (hava burada uzay-zaman dokusunu temsil ediyor) ölçtüğümüz basınç sadece bilyenin hacmi (burada işlevi; kütle yerine hacme indirgiyorum; 4 boyuttan > 3 boyuta) ile orantılı basınç olacaktır. Tüm bilyeleri büyüklüklerine göre, teker teker atıp, hepsinin basıncını topladığımızda elde edeceğimiz rakama G1 diyelim.
Ardından tüm bilyeleri bir yüzey üzerine dağıtıp aralarında bağ kurarak (mesela bilyelerin hepsinin herhangi bir eksenleri güçlü manyetik özellikte olsun veya kırılmaz japon yapıştırıcı ile yapıştırılsınlar.) bir yüzey elde etsek (burada işlevi hacimden, alana indirgiyorum; 3 boyuttan >2 boyuta) ve hepsini birden havaya bıraktığımızda ölçeceğimiz toplam basınç rakamı G2 olsun.
Bizim (benim) yaklaşımımızda, G2>G1 diyoruz. Atomların içindeki parçacıkları bir arada tutan enerji bağlarınında, uzay-zaman dokusu ile etkileşime girip, parçacığın kütlesinin içinde yer aldığını düşünüyoruz.
Sizin kütle kaybolmaz yaklaşımınıza göre ise bu bağların hiç bir "değişken" değeri yok. "-Bir öncekinde de bağ vardı, bir sonrakinde de bağ var. O halde bunlar değişmemiştir. Eh... Parçacık sayısı da aynı, o zaman kütle kaybı olmamıştır", şeklinde ele alıyor gibisiniz. ( Yanlış anladıysam düzletirsiniz, hatalı isem şimdiden özür dilerim.)
Oysa parçacıklar büyüdükçe, onları bir arada tutan bağ ve dolayısı ile enerji ihtiyacı da artıyor. (Sanırım demir sonrası tüketim bundan kaynaklanıyor.)
Daha çok parçacık, daha geniş bir uzay alanının titreşen parçacıklar ile işgali demek. Bu da daha geniş bir alanı bir arada tutacak, daha çok, enerji ihtiyacı demek.
Yani hidrojeni bir arada tutan ve kütlesinin bir kısmını veren alan ile kurşunu bir arada tutan ve kütlesini sağlayan alan, enerji içeriği olarak aynı düzeyde veya eşit dahi değiller.
Hatta buradan, bir kilo kurşunun parçalanması ile elde edilecek enerjinin, bir kilo pamuktan (karbon bileşikleri-selüloz) elde edilecekten çok daha fazla olacağını da iddia ediyorum. (İddia; çünkü mantık çıkarımım ama dayanaksız-şimdilik...)
Bu çerçevede, güneşten yayılan ışıktaki fotonlar (ışık ile foton bence aynı şey değiller, biliyorsunuz) momentumlarında taşıyıp aktardıkları enerjiyi, bu bağların bozulmasından sağlıyorlar.
Parçacık sayısı sayısı değişmese bile, alanlar değişiyor.
Burada sizinde başka bir yazıda belirttiğiniz gibi, yeni kurulan bağlar (demire kadar sanırım) daha çok temel parçacığı olarak daha az enerji ile bir arada tutabiliyor. Yani bağ enerjilerinden tasarruf yapıyorlar. Bizim yayılan fotonlarla aldığımız, saptadığımız enerji de bu atom altı bağlardan"tasarruf edilen enerji "oluyor. (Sanırım Gluon'dan...)
Fakat bu aynı zamanda, benzetme olarak, 2 demir bilyenin yüzey alanı olarak havada karşılaştığı basınç toplamının, bu iki bilyenin eritilip tek bilye haline gelmesi durumunda karşılaştığı basınçtan fazla olması gibi bir şey. Ya da iki bilye, yan yana değil, arka arkaya diziliyorlar...
(Tahminim bu parçacıkların spinleri ile sağlanan duruş ile alakalı bir şey ama bilgim yok.)
Varsayımım açısından ise, EGD sürekli ve düzenli olarak parçacıklarla ve onları bir arada tutan bağ ile etkileşimde ve onlara baskı yapıyor. Bu sayede parçacıklar bir arada durabiliyor. (Dışarıya karşı nötr=etkileşimsiz formasyona ulaşarak...) Kütleciğin bağ yapısı bozulduğu zaman, EGD ile olan etkileşimleri de değişiyor.
(Hatta bu yaklaşımı, karanlık madde ile de ilişkilendirmiştim.)
Etki-tepki kuvvetlerini oluşturan enerjilerin bir kısmı foton olarak salınıyor. Hatta sizin yaklaşımınıza benzer olarak, Bu EGD enerjisinin bir kısmı bile parçacığı titreştirirken fotonlaşarak dağılıyor olabilir.
Ama her durumda dağılan enerjinin önemli bir kısmı, parçacıkları bir arada tutan bağ enerjilerinden gelemk zorunda... Çünkü alt temel parçacıkları oluşturan (kuarkları) bağ kuvvetlerine ulaşmak dolayısı ile etki edip, bozmak çok daha zor. Üst bağlar daha ulaşılabilir boyuttalar...
Not: Güneş şimdiye kadar yaklaşık 1 dünya kütlesi kadar kaybetmiş. Dünya da güneşten, başlangıçtan bu yana 7000 mil, 12.6 bin kilometre kadar uzaklaşmış. (İnternet kaynaklı, astronomycafe diye bir yerden ama güvenilmez olabilir tabii...)
İkinci Not: Evet, burası akademik bir platform değil ama bir çok akademik platromdan daha üretken. Ve doktora tezlerine konu değil ama ilham oluyorlar.
Anladığım kadarı ile burada yazmak sizde yoğun duygusal tepkilere de neden oluyor. Buna üzüldüm. Gerçi ben de zaman zaman yaşıyorum ve hatta çok sert tepkiler veriyorum ama... Sonuçta bu benim için hep bir hatalı hareket olarak sonuçlandı. Dilerim siz benden daha aklı başında serinkanlı kararlar alıyorsunuzdur.
Saygılarımla
burtay-mutlu-shibumi-tr1695
Sayın Necmi Tüfek veya Sevgili Necmi Bey,
Öncelikle, kararlı bir şekilde ifadenizi sürdürmenizden dolayı ve ileri sürdüğünüz dayanak ve argümanlar için teşekkür ederiz.
Fizik dünyasında genel bilinenin aksine bir ifade bulunmanız ve bunun üzerinden devam etmeniz, bize araştırma-sorgulama ve yeni alternatifler arama imkanı verdi.
Sayenizde bir çok kişi, yıldızlardaki termonükleer süreç hakkında, eskisinden daha donanımlı oluyor.
Bu nedenle, bize bir şeyler öğretmek için bilinçli bir seçim yapıp hareket ettiğinizi düşünüyorum.
Çoğumuza, çoğunluğun aksine bir düşünceninde , sadece doğrulanırken değil, yanlışlarken de öğretebileceğini gösteriyorsunuz.
(Diğer yandan yaklaşımınız, dolaylı yoldan, yaklaşımımı destekliyor. Son zamanlarda kendi varsayımım açısından olayları ele almamdan duyulan rahatsızlık nedeniyle, güncel fizik üzerinden tartışmalara katılmaya çalışıyor olsa da... Güncel fiziğin kimi konularda tıkandığı veya kararsız kaldığını düşünüyorum.)
Yaklaşım olarak bence; Kütle; salt katı, sayılabilen, elle tutulan, parçacıktan oluşan bir oluşum değildir. Kütle, bir alandır. Enerji tarafından işgal edilmiş bir uzay alanıdır. Uzay alanı olduğu için, "zaman" ile ister istemez etkileşime girmekte ve bildiğimiz kütleli yapıya dönüşmektedir.
Bir atomun kütlesini ölçtüğümüz zaman, torbaya doldurulmuş demir bilyelerin sayısı gibi, içindeki tüm parçacıkların toplam kütlesini ölçmüyoruz. Bu parçacıklar arasında bağ oluşturup, onları bir arada tutan alanın etkileşimini ele alıyoruz.
Çok eski bir yazımda, "nokta>doğru>alan>hacim>kütle" şeklinde özetleyeceğim bir sıralama yapmıştım. Bunları enerji paketçiğinin-paketçiklerinin, "boyutsuz tekil durumdan, bir boyut üzerinde titreşmesi>iki boyut üzerinde titreşmesi> üç boyut üzerinde titreşmesi ve sonunda dört boyut üzerinde titreşmesi" olarak ifade etmiştim.
Bunu vermemdeki amaç, kütle tanımını 3 boyutlu bir örnek üzerinde tanımlamak için altlık olması.
Elimizde bir torba dolusu demir bilye var. Bunları havaya attığımızda (hava burada uzay-zaman dokusunu temsil ediyor) ölçtüğümüz basınç sadece bilyenin hacmi (burada işlevi; kütle yerine hacme indirgiyorum; 4 boyuttan > 3 boyuta) ile orantılı basınç olacaktır. Tüm bilyeleri büyüklüklerine göre, teker teker atıp, hepsinin basıncını topladığımızda elde edeceğimiz rakama G1 diyelim.
Ardından tüm bilyeleri bir yüzey üzerine dağıtıp aralarında bağ kurarak (mesela bilyelerin hepsinin herhangi bir eksenleri güçlü manyetik özellikte olsun veya kırılmaz japon yapıştırıcı ile yapıştırılsınlar.) bir yüzey elde etsek (burada işlevi hacimden, alana indirgiyorum; 3 boyuttan >2 boyuta) ve hepsini birden havaya bıraktığımızda ölçeceğimiz toplam basınç rakamı G2 olsun.
Bizim (benim) yaklaşımımızda, G2>G1 diyoruz. Atomların içindeki parçacıkları bir arada tutan enerji bağlarınında, uzay-zaman dokusu ile etkileşime girip, parçacığın kütlesinin içinde yer aldığını düşünüyoruz.
Sizin kütle kaybolmaz yaklaşımınıza göre ise bu bağların hiç bir "değişken" değeri yok. "-Bir öncekinde de bağ vardı, bir sonrakinde de bağ var. O halde bunlar değişmemiştir. Eh... Parçacık sayısı da aynı, o zaman kütle kaybı olmamıştır", şeklinde ele alıyor gibisiniz. ( Yanlış anladıysam düzletirsiniz, hatalı isem şimdiden özür dilerim.)
Oysa parçacıklar büyüdükçe, onları bir arada tutan bağ ve dolayısı ile enerji ihtiyacı da artıyor. (Sanırım demir sonrası tüketim bundan kaynaklanıyor.)
Daha çok parçacık, daha geniş bir uzay alanının titreşen parçacıklar ile işgali demek. Bu da daha geniş bir alanı bir arada tutacak, daha çok, enerji ihtiyacı demek.
Yani hidrojeni bir arada tutan ve kütlesinin bir kısmını veren alan ile kurşunu bir arada tutan ve kütlesini sağlayan alan, enerji içeriği olarak aynı düzeyde veya eşit dahi değiller.
Hatta buradan, bir kilo kurşunun parçalanması ile elde edilecek enerjinin, bir kilo pamuktan (karbon bileşikleri-selüloz) elde edilecekten çok daha fazla olacağını da iddia ediyorum. (İddia; çünkü mantık çıkarımım ama dayanaksız-şimdilik...)
Bu çerçevede, güneşten yayılan ışıktaki fotonlar (ışık ile foton bence aynı şey değiller, biliyorsunuz) momentumlarında taşıyıp aktardıkları enerjiyi, bu bağların bozulmasından sağlıyorlar.
Parçacık sayısı sayısı değişmese bile, alanlar değişiyor.
Burada sizinde başka bir yazıda belirttiğiniz gibi, yeni kurulan bağlar (demire kadar sanırım) daha çok temel parçacığı olarak daha az enerji ile bir arada tutabiliyor. Yani bağ enerjilerinden tasarruf yapıyorlar. Bizim yayılan fotonlarla aldığımız, saptadığımız enerji de bu atom altı bağlardan"tasarruf edilen enerji "oluyor. (Sanırım Gluon'dan...)
Fakat bu aynı zamanda, benzetme olarak, 2 demir bilyenin yüzey alanı olarak havada karşılaştığı basınç toplamının, bu iki bilyenin eritilip tek bilye haline gelmesi durumunda karşılaştığı basınçtan fazla olması gibi bir şey. Ya da iki bilye, yan yana değil, arka arkaya diziliyorlar...
(Tahminim bu parçacıkların spinleri ile sağlanan duruş ile alakalı bir şey ama bilgim yok.)
Varsayımım açısından ise, EGD sürekli ve düzenli olarak parçacıklarla ve onları bir arada tutan bağ ile etkileşimde ve onlara baskı yapıyor. Bu sayede parçacıklar bir arada durabiliyor. (Dışarıya karşı nötr=etkileşimsiz formasyona ulaşarak...) Kütleciğin bağ yapısı bozulduğu zaman, EGD ile olan etkileşimleri de değişiyor.
(Hatta bu yaklaşımı, karanlık madde ile de ilişkilendirmiştim.)
Etki-tepki kuvvetlerini oluşturan enerjilerin bir kısmı foton olarak salınıyor. Hatta sizin yaklaşımınıza benzer olarak, Bu EGD enerjisinin bir kısmı bile parçacığı titreştirirken fotonlaşarak dağılıyor olabilir.
Ama her durumda dağılan enerjinin önemli bir kısmı, parçacıkları bir arada tutan bağ enerjilerinden gelemk zorunda... Çünkü alt temel parçacıkları oluşturan (kuarkları) bağ kuvvetlerine ulaşmak dolayısı ile etki edip, bozmak çok daha zor. Üst bağlar daha ulaşılabilir boyuttalar...
Not: Güneş şimdiye kadar yaklaşık 1 dünya kütlesi kadar kaybetmiş. Dünya da güneşten, başlangıçtan bu yana 7000 mil, 12.6 bin kilometre kadar uzaklaşmış. (İnternet kaynaklı, astronomycafe diye bir yerden ama güvenilmez olabilir tabii...)
İkinci Not: Evet, burası akademik bir platform değil ama bir çok akademik platromdan daha üretken. Ve doktora tezlerine konu değil ama ilham oluyorlar.
Anladığım kadarı ile burada yazmak sizde yoğun duygusal tepkilere de neden oluyor. Buna üzüldüm. Gerçi ben de zaman zaman yaşıyorum ve hatta çok sert tepkiler veriyorum ama... Sonuçta bu benim için hep bir hatalı hareket olarak sonuçlandı. Dilerim siz benden daha aklı başında serinkanlı kararlar alıyorsunuzdur.
Saygılarımla
necmi-tufek7866
Burtay Bey,
Size veda etmeden gitmek olmazdı zaten. Ama beni biraz hayal kırıklığına uğrattınız desem yalan olmaz. Ben burada oyun oynamıyorum. Fiziği daha iyi anlaşılsın, akılda kalsın diye bazen metafor bazen çarpıcı ifadeler kullanarak anlatmaya çalışıyorum. Ama kesin olarak söylemem gereken şey şudur; "Yukarıda yazdıklarım ve daha önce kuantum fiziği ile ilgili yazdıklarımın hepsi gerçekten kuantum fiziğidir."
İfadenizden sanki tüm bunları ben kurguluyormuşum gibi bir izlenim edindim. Biraz insaflı olun. Bende bu fiziği kurgulayacak zeka olabilir mi? Yani aslında biraz da hoşuma gitti ama hayır, koca bir kuantum fiziğini ben icat etmişim gibi olur ve Brian Greene duysa adam krize girer gülmekten. Benim bir tek özelliğim var Burtay Bey. Ben okumayı seven, okuduğunu anlayabilen bir insanım. Ama ne yalan söyleyeyim, kuantum fiziği kitaplarını anlayabilmek için pek çoğunu en az on kez okuyup tekrar etmem gerekti. Ayrıca, okurken dikkat etmediğiniz kısımlar sonradan yine karşınız çıktığında dönüp tekrar okumak zorunda kalıyorsunuz. Bu fiziğin kitaplarını ben 18 yıldır günde en az 4 saat okudum. Yani biraz saygı gösterilecekse bunun için gösterilmeli bence.
Önceleri size insanlara böyle yanlış bir fizik empoze etmeyin, kötülük ediyorsunuz demiştim. Şimdi yine aynı şeyi söylemek istemem ama siz beni dinleyin ve önce kuantum fiziğiyle ilgili kitaplar edinip okuyun.
Not olarak yazdığınız şeye siz ne kadar inandınız bilmem ama bunlar sadece matematikle oynayıp sanki tutarlı bir sonuçmuş gibi göstermek. 12 bin kilometre nedir ki? Uzayda böyle bir mesafe "sıfır" demektir. Ayrıca dünya ve ay bile küçük salınımlarla bundan çok daha fazla uzaklaşıp tekrar yaklaşırlar. Önemli olan binlerce yıllık takvimin ve dünya yılının ne kadar değiştiğidir? Asıl onu hesaplarsanız belki tutarlı bir veri olur elinizde. Neyse, bu beni ilgilendirmez artık. Kuantum fiziğinin çıkarımlarını ve verilerini savunmak zorunda değilim. Neye isterseniz ona inanın, sonuçta hepimiz kendi doğrumuzla yaşamak zorundayız.
Sizinle ve buradaki diğer arkadaşlarla yazışmak çoğunlukla güzeldi. Eğer bu arada insanlara bir faydam olmuşsa, bir kişiye bile dokunabilmişsem bana yeter.
Elveda...
venividi7017
Necmi Bey haklıdır aksini iddia eden ayştayn mc2 lobisi mensubudur.
burtay-mutlu-shibumi-tr1695
Necmi bey...
Siz tatilinizi yapın bir hele... Sonra görüşürüz.
Ne o öyle, vedalar, elvedalar ? Bulaşıcı hastalık gibi bu iş. Kimse burada zaten bu işten kazanç sağlamıyor.
Normal yaşamsal ortamlarımızda bulamadığımız zihinsel paylaşımı ve tartışmaları burada tatmin ediyoruz. (Sanki işyerimde, çok kişi var buna uygun. Koca binada 3000 kişi'den biri ile bile güneşteki termonükleer süreci tartışamam -sanırım.)
Süreç ile igili yazdıklarınızı tekrarlayarak okudum. Tam tanımını yapamadığınız ve anlatamadığınız bir kavrama ulaşmış gibisiniz. Anlayamadım. Doğal olarak bence, bu sürçete hatalı yaklaşımlar olabiliyor. Zaten bende netliğe ulaşana kadar böyle hatalar yapıyorum.
Zaten hiç birimiz fiziğin tüm alanlarında yetkin ve yeterli olmak zorunda da değiliz. Yani birbirimizle yarışmadan ziyade, birbirimizi tamamlama, bir tür sanal değişen kişilerden ekip olma yolundayız. Herkes kendi bilgisiyle, ortadaki bütüne katkıda bulunuyor, bir diğerinin eksik olduğu açığı kapatıyor. Bu bayrak yarışı, tek ekip var. Ekip bireyleri sırayla bayrağı bir sonrakine devrediyor. Tüm olay bu.Kimse kalıcı değil. Başarılı değil. Başarısız değil. Ekibin sonucu önemli. Herkes elinden geldiğince katkıda bulunuyor.
Siz de şimdiye kadar iyi destek verdiniz. Teşekür ederiz. Ben de bir süre sonra silineceğim, diğerleri de... Hatırlanacak bir katkıda bulunmak hepimizin dileği.
Ama şunu yazayım. Daha haıtrlanacak katkınızı yeni bulmuş gibisiniz. Tam tanımlayamamışsınız bence...
Tatilinizi yapın önce... Sonra bakarsınız duruma.
Sevgilerimle
hasan-er5197
itmenize üzüldüm doğrusu. Yazdığınız cevaplar küçük bir çocuğun bile anlayabileceği basitleştirilmiş cevaplardı. Ayrıca anlatım üslubunuzda iyiydi. Bence kararınızı yeniden gözden geçirin. Tatilinizden sonra görüşmek dileğiyle...
hasan-er5197
Gitmenize üzüldüm doğrusu. Yazdığınız cevaplar küçük bir çocuğun bile anlayabileceği basitleştirilmiş cevaplardı. Ayrıca anlatım üslubunuzda iyiydi. Bence kararınızı yeniden gözden geçirin. Tatilinizden sonra görüşmek dileğiyle...
yasin-yasin9016
Necmi beyin anlatimi oldukca sade guzel
Ve anlasilir eksici arkadaslar bir ekside bu yaziya atabilirsniz :)
burtay-mutlu-shibumi-tr1695
Bence en küçük enerji paketçiğinin, bir boyutlu halıne foton diyoruz. (1 uzamsal boyut üzerinde titreşen)
Buradan yola çıkarak her şey'in ışıktan oluştuğunu da iddia edebiliriz.
Sanırım buna benzer başka ve çok eski ifadelerde vardı. :-)
necmi-tufek7866
Burtay Bey,
Sanıyorum siz hala hiç bir şey anlamamakta direniyorsunuz. Belki de anlamak istemediğinizdendir...
Hasan Er ne yazmış bakın; "küçük bir çocuk bile anlar..." O zaman biraz daha açık anlatayım.
Enerji, madde haline geldiğinde momentum edinir. Bunun biri açısal momentumdur. Yani "spin"... Parçacık dediğimiz şey "spin" denilen bir hareket yapar. Bu hareket onun bir parçacık olmasını, bir varlık olarak bir hacim kapsamasını sağlar. Bu spin hareketi her bir turda veya döngüde boş uzayda küçük bir şok etkisi yapar. Yani, momentum boş uzayda bir şok dalgası yaratmış olur. Kütlesiz bir dalgadır, sıcak (hareketli) bir cisimden soğuk uzaya yayılan bir dalgadır ve cismin ısısı, dalganın da ısısını belirler. Dalganın kendisi kütlesiz olup ışık hızında yayıldığından, cismin ısısı bu dalganın hızını değiştiremeyeceği için enerjisini belirler.
Yani; soğuk bir cisimden yayılan fotonun enerjisi ( ısısı ) düşük, sıcak bir cisimden yani güneşten yayılan fotonun enerjisi çok yüksektir. Bu yüzden kara madde ışımasını göremeyiz ama güneşin ışımasını hem görür hem de ısınırız.
Bir parçacık foton yayınladığı zaman bunu kendi öz enerjisini harcayarak yapmaz. Foton yayılımı onun hareketinden "mecburen" doğar. Parçacık sonsuza kadar varlığını muhafaza edebilir. Çünkü kütlesi ve momentumu sabittir. ( Siz bunu anlamakta zorlanıyordunuz yanlış hatırlamıyorsam... Bir parçacık devamlı olarak enerji kaybederse nasıl varlığını sürdürür? diye soruyordunuz.) Yani yanlış bilgi sizi yanlışa götürür. BİR PARÇACIK FOTON YAYINLADIĞI ZAMAN ENERJİ KAYBETMEZ...O yüzden de varlığını sonsuza kadar sürdürebilir.
Tüm türdeş parçacıklar tamamen özdeştirler. Yani her elektron, her proton, her nötron tamamen özdeştir. Eğer parçacıklar foton yayıp enerji (kütle) kaybetseydiler nasıl özdeş olabilirler? Her biri tamamen farklı bir ağırlık ve yapıda olurdu. Bu da evrende hiç bir türdeş varlığa izin vermezdi. Yani insan, hayvan, bitki gibi hiç bir varlık ortaya çıkamaz, soyunu sürdüremezdi. DNA yapısı kendisini kopyalayarak çoğalmayı sağlar. Peki, proton, nötron gibi parçacıkların kütleleri farklı farklı olsaydı nasıl yapabiirdi bunu?
Burtay Bey,
Benim bu sitede (kendi teorim hariç) tüm anlatıp, paylaştığım bilgilerin hepsi kuantum fiziğidir. Siz bunları benim özel düşüncelerim gibi görüyorsunuz ve bu yüzden kendi teori ve düşüncelerinizle kıyaslamaya kalkışıyorsunuz. Sizin teorilerinizin (kusura bakmayın) hiç bir temeli yok. Bunu sizi çok üzmeden, yavaş yavaş anlatacaktım zaman içinde. Ama olmadı. Bir ara (fotonun hareketi konusu) yanlışlığı size söylediğimde nasıl üzülüp hemen tatile çıkmaya kalktığınızı görünce bana dokundu. Bu yüzden sizin teorinizin üzerine fazla gitmemeye karar verdim. Ama siz biraz ortam bulunca hemen yine başladınız (foton sörfçüdür) demeye... Bunu yapmayın... EGD diye bir şey yok... Vaktim olsa bunu hemen size ispatlarım. Zaten siz kendiniz de aslında olmadığını biliyorsunuz ama tüm yapıyı bunun üzerine kurduğunuz için bir türlü kabul edemiyorsunuz. Kolay değil tabii... Çok emek ve zaman harcamışsınız. Bunun boşuna olduğunu kabul etmek size zor gelir elbette..."Dost acı söyler." Ben sizi hep bir dost olarak hatırlayacağım. (Lütfen, atom altı parçacıkları anlatan kitaplar bulun ve okuyun. O zaman anlattıklarımın doğru olduğunu anlarsınız.)
Şimdi size ve okuyan herkese ek bilgiler vereyim. (Bunları anlatmadan gitmeye içim elvermedi.)
"Kütle" sadece kuarklar sayesinde vardır. Kuarkların kütle anlayışı çok sert ve çok enerjik yani hızlıdır. Bu yüzden "güçlü kuvvet" denir. Onlar öylesine güçlü bir alan yaratırlar ki; kendi yarattıkları güç alanından ürettikleri "gluonlar" kendilerinden bile daha ağır olabilirler. Bunun nedeni; kuarkların birbirlerinden ayrılabilmesi için "sonsuz kuvvet" gerekmesidir. Yani aslında kuarklar birbirlerinden ayrılamazlar. Çok ısrar edip kuvvet uygularsanız bu kez iki kuarkı ayırayım derken iki kuark daha yaratmış olursunuz. (Enerji kütleye böyle dönüşür. Parçacık hızlandırıcılarındaki çarpışmalarda böylece fazladan parçacıklar oluşur.)
Bir diğer "kütle" taşıyıcısı "Leptonlardır." (Elektron, Muon, Tau) Onların kütle anlayışı kuarklarınki gibi değildir. Kuarklar demir bilye gibiyse, leptonlar "jel" kıvamındadır. Ama kütlesel özellik açısından hiç bir farkları yoktur ve bir elektron bir protonla kaynaşıp nötron oluşturduğu zaman elektronun kütlesi hiç zorluk çekmeden protonun kütlesine eklemlenir. Ama tabii her zaman ayrılabilecek durumdadır. Yani bir kuarkın kütlesine demir gibi eklenmez. Jel gibi eklenir ve kendi kendisine salınımlar yapar. Bu yüzden bir atomun içinde değilse, nötron 15 dakika içinde tekrar elektrona ve protona bozunur. Ama bir atomun içinde baskı altına girer ve çok uzun zaman bozunmadan kalabilir. İşte, uranyumda bu nötron salınımı komşu atomlara kadar uzanır ve onların da dengelerini bozar. Fisyon bu şekilde oluşur. Aslında olay çok basittir. Uranyum gibi çok fazla parçacıklı atomlarda protonların elektriksel itmeleri çok kritik bir dengededir. Salınım yapan nötron biraz işi uzattığında protonların güçleri bir an baskın hale gelir ve atomdan parçacıkların dışarıya itilmelerine neden olur. Biz buna "fisyon" diyoruz. Kendiliğinden oluşur. Aslında dünyanın eski devirlerinde yüz bin yıl boyunca kendiliğinden oluşan nükleer patlama olduğu tespit edilmiştir.
Aslında uranyum 235 eğer saf halde bulunursa derhal nükleer patlamaya neden olur. Dünyadaki uranyum cevheri U 235 ve U 238 izotopları birbirlerine karışmış halde bulunur. Bu izotopları birbirlerinden ayırıp U 235 yoğunluğunu %20 civarında saflaştırırsanız o zaman kendiliğinden fisyon (zincirleme reaksiyon) oluşur. İşte bunu yapan da jel kıvamındaki (nötrona eklenmiş) elektron kütlesidir. Buna da "zayıf kuvvet" diyoruz. (Bu bilgileri internette bulamazsınız ama doğru olduklarını okur okumaz hemen anlarsınız.
Hepinize sevgi ve selamlarımı sunarım.
(Fizik, oylama, artı eksi verme oyunu değildir. Halk oylamasıyla bilim olmaz. Olsa olsa tiyatro olur.)
burtay-mutlu-shibumi-tr1695
Şu an tatildeyim. Birazdan denize de gireceğim. Kırgınlık yok ama tavrınıza kızgınlığım var.
Buradakiler izin vermeden bir yere gidemeyeceğinizi anlamıyorsunuz gibi...
Gördüğünüz gibi size hemen bir destan yazdırdım... :-) Kalp neredeyse, gönül orada olur.
Bu arada tüm kazanımlarına rağmen, kuantum -fiziğinin bid ara fizik olduğunu, bazı olguları vke açıklamaları güncel bakış açısıyla yorumlamasından kaynaklı sorunları olduğunu düşünüyorum...
En büyük ithamınıza gelince, "EGD yok"... Evet şu anki fizik bilgimize göre yok...
Ama var olsaydı ya da bir gün var olduğunu tespit etme teknolojisi (Planck Ölçeklerinde mesafe ve frekans) evrenimizi ve maddeyi nasıl etkilerdi, hepsinin ön senaryosu hazır.
Kaldı ki, eğer evrenin enerji yoğunluğu ve genişlemesi yok ise EGD'de olamaz zaten.