kütle çekim üzerine;
dünyayı ele alırsak mevcut bir kütle çekim alanı var...
devamı aşağıda...
kütle çekim üzerine; dünyayı ele alırsak mevcut bir kütle çekim alanı var... devamı aşağıda...
şimdi dünyanın kütle çekimini oluşturan nokta, dünyanın kütle merkezimidir yoksa dünyayı oluşturan her bir parçacığın kendisine ait oluşturduğu kütle çekim alanlarının toplamı mıdır_?
Kütlesi büyük olan cisimlerin kütle çekimi fazla olur. Buna dayanarak her bir parçacığın kendisine ait kütlesi sonucu birleşip oluşturdukları toplam kütledir. Eğer dünya üzerine daha çok madde gelseydi kütle çekimi artardı. Benim fikrim bu yönde.
Burada bilmediğim şey, iki nesne arasındaki mesafe ölçülürken (mesela; dünya ile ay), bunların kütle merkezlerine göre mi, yoksa dış yüzeyleri arasındaki mesafeye göre mi ölçüldüğü ?
Sonuçta "bilimsel bilginin" yaklaşımı mantıklı, kütle bir sistem... Alt sistemlerin toplamı.
Ana kütleden ayrılan her parça-sistem bağımsız bir kütle olarak denkleme girebiliyor.
Bu yüzden Ay'dan ölçülen kütle çekim kuvveti, dünyanın tüm kütlesinin bileşke kuvveti olmalı.
Peki bu bileşke kuvvetin başlangıcı nerede? İşte hala anlamadığım durum.
Çok basit bir durum değil.
Bileşke kuvvet merkezde ise, merkeze doğru yaklaştıkça, aradaki kütleçekim kuvvetinin düşmesi azalması anlamlı oluyor. Çünkü aradaki mesafe azalıyor.
Ama bu sefer dünyanın kalan kütle parçacıkları ile olan mesafesi artıyor. (Dış yüzey tarafında kalan kütle miktarı ile).. Sanki dünyadaki tüm mevcut parçacıklar, kütle çekim hakkını ve gücünü vekilliği için merkezi seçmiş ve tüm gücü devretmişler, etkisizler.
Düşünce Deneyi: Dünyayı oluşturan her kütle parçacığının durumunu ayrı ayrı ele alın. Bu sistem olarak tam merkezde yoğunlaşsın.
Dünyanın yüzeyinden uzaklaşan ve dünyanın merkezine doğru yol alan eş değerli 2 kütle parçası ile olan ilişkilerini değerlendirin.
Eğer bileşke kuvvet merkezde ise dünyanın kalan tüm diğer kütleli parçacıklarını "yok saymadan" bu ilişkiyi tanımlamak çok zor. Ama bu fiilen mantıksız.
Dağdaki kaya, tüm kütleçekim kuvvetini dünyanın merkezine tevdi ettiği için, artık çekim gücüne sahip değildir mi diyeceğiz?
Ne Newton, ne de Einstein yaklaşımı bence kütleçekimi için tatminkar bir açıklama veremiyor.
Bu yüzden bence en mantıklı yaklaşım, "basınç alanı" olarak ele almak.
Dünya ile ay arasında ki mesafeyi merkezleri arasındaki uzaklıkları ölçerek buluyormuşuz. Asıl konuya dönersek.
Bileşke kuvvet Dünya'nın her yerini kaplıyor bence. Dünya'nın merkezine yaklaşmamız bizim için bir şey farketmez. Kütle çekim kuvveti , uzayı bir çarşaf gibi düşünürsek Dünya'yı bir top varsayarsak attığımız da nasıl ki çarşafı aşağı doğru çekiyorsa Dünya'da aynı şekil ama bu kuvvet'in merkezde olduğunu zannetmiyorum. Bir bütün olarak düşünmeliyiz. Nasıl ki hacim küçüldükçe kütle çekim artıyor (aynı kütleli cisimler için ). Bu bize aslında bileşke kuvvetin merkezde olmadığını gösterir. Her yere eşit dağılmıştır. Eğer toptan ufacık bir parça kesip çarşafa atarsak gene farkedilmese bile kütle çekimini gösterecektir.
benim görüşüm bu yönde.
O bahsettiğim deneyi biliyorsunuzdur zaten. Benim görüşüm bu yönde.
Dünyanın cisme uyguladığı kütle çekim kuvveti bileşke bir kuvvet olmalıdır. Böyle olmasaydı eğer ne gelgit dalgaları olurdu ne de ay dünyaya kütleçekim ile kilitlenmemiş olurdu. Yani dünyanın aya uyguladığı kütleçekim kuvveti, ayın kütle merkezinden farklı noktalara düşebildiği için bu kuvvet bir tork oluşturarak ayın dönüş hızını değiştirebilir ancak. Tabi merkezler birbirlerine çok yakın olduğundan dolayı newton denkleminde ayı tamamen homojen kütle dağılımda düşünerek direk merkezinden olan uzaklığa göre hesap yapıyor olabiliriz.
Burtay bey çok ilginç bir noktadan bahsediyorsunuz bence. Klasik uzay-çarşaf benzetmesi dünyanın merkezine doğru bir sonsuz çukuru betimliyor. Yani merkezde artan şey bileşke kuvvet değil de kütleçekim alanının yoğunluğu gibi bir mantık yürütmek lazım galiba. Fakat uzayın gerilme durumu açısından bakarsak en yüksek yerçekimi ivmesi yaklaşık olarak gezegenin yüzeyinde ve merkeze inildikçe bu ivme azalıyor. Bir çukur varsa eğer bu merkezde değil de ivmenin en yüksek olduğu bölgede olması gerekir gibi.
https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRsYAEa2xOAQWLkwbnYrdj5Z5G7dcnVAVLBZm_5MnyO3WdpFvAOGzVgf-TX
@Vide Supra, link için teşekkür ederim.
Burada bir soru eklememin zamanı geldi gibi...
Kütleçekiminin nesnenin yüzeyinde en yüksek olduğu, merkeze doğru azaldığı konusu tartışılmaz bir tespit.
Uzaydan dünyaya yaklaşan bir göktaşı, dünyanın uyguladığı yüksek yerçekimi nedeniyle düşüyor. İzlediği rota tam dünyanın merkezine doğru. Yani hedefi dünyanın merkezi... Eğer yoğunluğu dünyanın magmanın yüzdürücü etkisini de yenecek kadar yoğun ise, dünyanın merkezine doğru azalan ivme ile batma eğiliminde oluyor.
Sanırım buraya kadar bilimsel sonuçlara sadık kaldım. (Eksiğim veya yanlışım var ise düzeltmenizi rica ederim.)
Sorum şu; bu düşen göktaşı kütleçekiminin en yoğun olduğu yüzeyde kalma yerine, niye merkeze doğru, çekim kuvvetinin en düşük olduğu yere ulaşmaya çalışıyor?
(Burada okumaya ara verip biraz sorgulamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü bir bileşik soru ekleyeceğim.)
Bence de belirttiğiniz "kütle çekim alanının yoğunluğu"nun bir belirleyici özelliği var.
Hava gibi bir akışkan içinde fırlatılan bir topun hareketi tek boyut üzerindedir. Topun yakınından geçtiği sinekler, topun neresine doğru sürüklenir? Niçin?
Evrende ise genişlemeden kaynaklanan doğal bir hareket var. Bütün nesneler genişleme ile hareket ediyor. Biz haritalarımız da bunu 2 boyutlu olarak (parçacıklı evren modelindeki gibi- balonun yüzeyindeki noktaların birbirinden uzaklaşması olarak) temsil etsekte, bu hareket gerçekte 3 boyutlu yani her yöne doğru (genişleme gibi) bir hareket...
Bu durumda, yukarıda tek boyut üzerinde olan topun hareketi ve sineğin durumunu , üç boyutlu -her yöne doğru olan bir harekete uygularsak sonuç sizce nasıl olmalı?
Ve topa yaklaşan sineklerin (Dünya örneğinde olduğu zaman, astroitlerin) hedefleri neresi olur?
İşte bu açıdan bakınca, kütlenin merkezi, uzay-zaman dalgaları açısından en düşük basınç alanına sahip bölge oluyor bence...
Dünyayı akışkan bir cisim gibi düşündüğünüzü(balistik jel diyelim) ve gök taşının çarpışma ile parçalanmadan battığını düşündüğünüzü varsayıyorum. Bu gök taşı kütleçekiminin en büyük olduğu noktayı geçmiş olsa dahi hala üzerine etki eden ve zamanla azalan bir kuvvete maruz kaldığından dolayı batmaya devam edecektir. Yani kütleçekiminin en büyük olduğu yeri değil, daha kararlı olacağı toplam potansiyel farkın en düşük olduğu yeri arıyor aslında.
Buraya kadar akışkanlar dinamiğine değineceğinizden haberim olmadan yorum yapmış oldum. Akışkan uzay üzerine bir tahmin yapacak olsaydım eğer; kütleçekimi ile bağlı olmayan sistemlerin, bağlı olanlara göre tam tersi davrandığını düşürdüm. Mesela süper kümeler arasındaki uzay her noktada(ya da her akışkan parçacığında) kendiliğinden 3 boyutlu olarak genişliyorsa, örnek olarak güneş sisteminde kütleçekimi bu genişlemeyi yendiğinden dolayı bu sefer büzülme tarzı tam zıt bir hareket olabilir. Yani klasik çarşaf betimlemesinde çarşafı çökerten dünyayı kaldıracak olsak, çarşaf düz konuma gelmek yerine yukarıya doğru eğim yapabilirdi belki. Ya da top örneğindeki gibi kütle varlığında sürekli bir alçak basınç alanı gibi davranan uzayın dünya kaldırıldığında yüksek basınç alanı gibi davranması mantıklı olabilir. Fakat bu sefer negatif kütleçekimi ya da boş uzayda kütle itmesi olduğu gibi bir durum ne kadar mantıklıdır ayrıca düşünmek lazım.
Kütle merkezi madde ile alakalı olduğundan bu yaklaşım sonucu değişmemesi gerekir diye düşünüyorum. Bu durumda kütleçekim dalgalarına da hala ihtiyaç varmış gibi tabi yanlış düşünüyorsam düzeltin @Burtay bey.
Kendi ekseni etrafında dönen hiç bir şeyin çekim kuvveti olmaz itim kuvveti olur.
Ben buna "DIŞ MANYETİK ALAN OLUŞUMU" diyorum .Bu oluşum esnasında dönen cisim elektrik jeneratörlerinde olduğu gibi mutlak üreteç durumundadır,ilk aldığı hız değişmediği sürece elnerji üretmeye devam eder.
Dünyanın "MANTO KABUĞUNUN" mağmaya gömülmemesi bundandır.Eğer sözü edildiği gibi çekim kuvveti diye bir şey olsaydı başta "DÜNYA" olmak üzere dünya gibi kendi etrafında dönen tüm gezegenler üzerlerinde ki manto tabakasını merkeze doğru çekerek kabuk oluşumunu engellerlerdi.
Ayrıca sözü edilen çekim gücü olaydı bu güç nerede bir uzay cismi varsa bu türlü gezegenlerin üzerine düşerdi.
Derseniz ki efendim o kadar meteor düşüyor onlara ne diyeceksiniz? Onların gezegenlerle kesişen yörüngeleri bunun sebebidir,hatta gezegenlerin itim gücü yüzünden hemen hemen tamamı gezegenlere dik açı oluşturacak şekile düşmezler.Gezegenin itim gücü sayesinde ilkin yörüngesine girip itim gücü ile mücadele ederek oldukça yatay bir şekilde düşerler.
-Sanırım yardımcı oldum.
Saygılarımla.
Muzaffer Erdem
@Vide supra, Eğer bir yanlışınız var ise en fazla benimki kadar olabilir. Ama yanlıştan ziyade aynı olguyu farklı açılardan ele alıyoruz. Düşüncelerinizde bir yanlış varsa bile bunu ifade edecek yetkinlikte de değilim.
Dünyayı bir akışkan jel olarak ele almıyorum, büyük kütleye düşen küçük kütlelerin eğilimini anlatırken yaptığım bir benzetme sadece... Küçük kütleler, her zaman büyük kütlelerin merkezine ulaşmaya çalışır. Ana fikir bu idi...
Uzay-zamanı bir süperakışkan olarak ele alıyorum.
Akışkan dinamiğine baktığımızda, temel kurallarından biri; bir akışkan içinde hareket eden iki nesnenin iki türlü ilişkisi var. Aralarındaki kritik mesafeye göre ya birbirlerine yanaşırlar ya da bu mesafenin üzerinde iseler uzaklaşırlar.
Ya da akışkanın hareket ettiği ortam darlaştıkça; basıncı düşer, hızı artar. İkisi de aynı kapıya çıkıyor.
Bu şartlarda akışkanın hızı artıkça, basıncının düşmesi, ana dayanağım.
Tek koşulu, bir "hareketin" gerekliliği. Ya akışkan hareket edecek, ya da parçacıklar...
Eğer parçacıklar birbirlerine yakın iseler; aralarındaki akışkan basıncı düşüyor ve dış ortamın basıncı bunları birbirine yakınlaştırıyor. Tam tersi durumda ise uzaklaştırıyor. Kritik mesafe, tamamen akışkanın yoğunluğu ve akışkanlık düzeyine göre belirlenen bir mesafe...
Bundan yola çıkarak, aynı akışkan içinde gök adalar arası mesafeden dolayı, birbirlerinden uzaklaşırken, gök adaları oluşturan yıldız kümelerinin birbirine sokulduğunu düşünüyorum.
Burada sorun hareketin nereden kaynaklandığı? Bu belirsizliği, evrenin genişlemesi ile tüm nesnelerin, her yöne doğru diyebileceğimiz ortak bir yönde (bu yönü hayal edemiyorum) evrenin genişlemesi ile hareket etmesine bağlıyorum.
Yani uzayı genişleten kuvvet ile galaksileri toplu tutan kuvvet, AYNI kuvvetin sonucu.
Bu durumda negatif kütle çekimi gibi bir kuvvete de ihtiyaç kalmıyor. (Karanlık enerjinin neden olduğu düşünülen.)
Kütle bu hareketi esnasında, yoğunluğuna oranla düşük basınç alanına sebep oluyor. Nesnelerde buraya, uzay-zaman dokusu tarafından itiliyor. Bu nedenle, düşen nesneler basıncın en düşük olduğu noktaya, merkeze yöneliyor. Varsayımım bu yönde.
Çarşaf gibi bir doku bu yaklaşımda, sadece temsili anlatımda işe yarıyor. Çökme dediğimiz şeyi, basıncın düşük olduğu alanı 2 boyutlu anlatımda temsil ediyor.
Karanlık Profille olan bazı fikir teatilerinde bunu biraz daha deştik. Kütle ne kadar yoğun ise, dokuda o kadar derine batıyor.Ve o kadar büyük bir düşük basınç alanına sebep oluyor.
Sorun bu "derine batmayı" tanımlayamayışım da ... Neye göre ve nasıl derine batıyor? Şimdilik bilemiyorum.
@Muzaffer Erdem, Teşekkürler.
Israrla anlatığım şey kendi ekseni etrafında dönen tüm uzay cisimlerinin mutlak içersin de mağma bulunması ve bu cisimlerin muazzam bir itiş güçlerinin olduğudur,Ay gibi stabil yarı hareketli gök cisimleri ile tam hareketli kendi etrafında dönen gök cisimlerinin yüzeylerini incelediğimizde,meteor izlerinin yarı hareketli gök cisimleri ile tam hareketli gök cisimlerinde aynı olmadığıdır.
Yarı hareketli gök cisimlerinde kraterler net ve yanardağ ağzı gibi duruken,tam hareketli gök cisimlerinde kraterler ekvatora paralel ve belli bir sürtünmeye bağlı deformasyonun ardından izi olduğu halde kendisi ortadan kaybolmuş meteor çarpış kraterler vardır .Bunlar Türkiye'de de vardır.Van gölünün hemen batısında Bitis ilimizin sınırları içinde,Bartın 'ın Arıt ilçesini de içine alan Arıt krateri bunlara iyi birer örnektir.
Uzay ortamda iki türlü sarmal var
1-) merkezden dışa doğru dönen sarmal ; Bu sarmalda merkezde mutlak surette dış basınçlı bir manyetik alan oluştuğu için ,o basınca bağlı olarak oluşan sıcak elektriğe bağlı sarmalın boyutuna birebir orantılı olan merkezi değişmeyen sıcak bir oluşum(yıldız-güneş) meydana gelir bu mutlaka oluşmak zorundadır.
2-)Çeşitli sebeplerle dıştan merkeze doğru dönen sarmal ; Basınç içeri doğru olduğundan sarmalın çapına göre bu sefer ters orantılı bir şekilde iç manyetik basınç atomların yörünge çaplarının kısalmasına sebep olur,burada soğuma herhangi bir dünya ısı sistemiyle hesaplanabilecek alt sınırların dışındadır,şöyle ifade etmek gerekirse "50 ışık yılı bir aura dış çapı olan yıldızın" tam tersi istikamette iç sarmalda aynı ışık yılı iç çapa sahip karadelikde ısı farkı o güneşle asimetrik olarak "0" ısı baz alınarak tam tersi ( - ) eksi değerdedir.
Sayın Muzaffer Erdem, bir sistem ya da mantık üzerine dayanan varsayım ne kadar mükemmel olursa olsun. Ne kadar çok şeye uygun olursa olsun, eğer çok kesin ve net ise ve bu kuralı tek bir örnek bile bozuyorsa, o varsayım baştan hatalı kurulmuştur.
"Israrla anlatığım şey kendi ekseni etrafında dönen tüm uzay cisimlerinin mutlak içersin de mağma bulunması ve bu cisimlerin muazzam bir itiş güçlerinin olduğudur... "
Mars örneğini ne yapacağız? Küçüklüğünden dolayı ısı kaybedip, magmasını yitirmiş. Çekirdeği de yok. Manyetik alan üretemiyor. Ama Phobos ve Deimos adlı göktaşlarını uydu yapacak kadar da kütle çekim kuvveti var. Üstelik mevcut kütleçekim kurallarını da hiç bir şekilde ihlal etmeden....
Manyetik alan, bir yan üründür. Birbirinden farklı hızlarda hareket eden iki nesne arasındaki elektron potansiyeli yüklenmeleri (+ /- ) sonucu oluşan bir üründür. Bu polarlaşma esnasında elektronların düzenli bir yapı almasının ve spinlerinin de aynı yönlü toplanmasının etkisi vardır.
Uzayda ekseni etrafında dönmeyen nesne yoktur gibi. Bir kaç tane meteor var, Mars -Satürn arasındaki kalınıtılarda dönmeden duruyor. Onlarda zamanında bir çarpışma ise ters yönden momentum aldıkları için.
Şimdi bu meteorların en küçüğünden, büyüğüne içlerinde magma olduğunu nasıl düşünebiliriz?
Dünyanın her yerinde meteor izleri var. Konu meteorların nereye düştüğü değil, niye dünyanın merkezini hedefleyen bir rota üzerinde hareket ettikleri...
Bu uzayda bahsettiğiniz iki türlü sarmalın pratik deneysel gözlemleri var mı? Yani eğer dediğiniz gibiyse, her elektromanyetik alan oluşturduğumuzda bu sarmal türlerinden biri oluşmak zorunda...
Sıcak elektrik nedir?
dünyanın iç çekirdeği ile dış çekirdeğinin farklı hızlarda ve farklı yönlere dönmesinden dolayı manyetik alan ortaya çıkar...
bu soruyu sormamdaki sebep, eğer her bir parçacığın kütle çekim alanlarının toplamı ise kütle çekim dalgalarının birbirleri ile etkileşime girdiği sonucuna ulaşacağım...yani birleşip daha büyük bir dalga oluşturabilirler yada birbirlerini sönümleyebilirler...
Mars üzerinde ki nihai araştırmalar tamamlanmış değil ve Marsın mağmasının olmadığını söylemek için bence henüz çok erken.
Dünyanın dışında yapılan araştırmaların teknik neticeleri çoğu kez çok az bir kanıtla,ona kanıta yüklenen çok fazla kanaatle oluşturulmaktadır.
Yani gelişen teknoloji ile birlikte bu gün kabul gören pek çok konu yarın başka bir bakış açı ile ele alınacaktır.
@Karanlık Profil,
Mevcut kütle çekim anlayışına uygun olan açıklama şu gibi; A ve B kütlelerinin her birinin parçacıklarına (a1,a2,...an) ve (b1,b2,...., bn) diyelim.
A ve B arasındaki kütleçekimi parçacıklar açısından ele alıp, hesaplamak gerekirse (uzaklığın karesine bölüme çarpım işlemlerine hiç bulaşmadan)
a1(b1+b2+....+bn) + a2(b1+b2+....+bn) +.....an (b1+b2+....+bn) şeklinde hesaplanması çok zor bir bileşkenin bileşkesi kuvvet hesaplaması çıkıyor.
Çünkü kütleçekimi tek yönlü, sadece çekici... Bu nedenle iki kütle arasındaki kalan bir nesne üzerindeki kütleçekim kuvveti yok gibi gözükse de, 3ncü bir nesneye bu kuvvetlerin toplamı etki ediyor. Yani birbirlerini sönümlemiyorlar.
İşin daha ilginç yanı... Dünya ile Ay arasında kütlelerine oranlı olarak saptanmış mesafede duran bir astronotu etkiyen kütleçekim kuvvetlerinin bileşkesi sıfır iken, bu üçünden de uzaktaki bir başka nesneye uyguladıkları kütle çekim kuvveti, üçünün kütle toplam bileşkesine eşit.
(Hatta ben bu üç kütlenin toplamından da bir miktar fazla olması gerektiğini düşünüyorum ama ayrı bir konu bu)
Sonuç: Birleşip daha büyük bir kütleçekim kuvvetine sebep oluyorlar.
Her bir parçacığın, karşı taraftaki kütle parçacıkları üzerindeki etkilerinin toplam billeşkesi